Şehrini terk etmeden önce son kez dönüp arkasına baktı.
Geride söylenmiş cümleler, anlatılmış hikayeler ve akıtılmış çok alın teri kalıyordu.
Havada kalan selamlarının yankısı geziniyordu şehrin semasında
Çalmadığı hiçbir kapı, söylemediği hiçbir doğru,
düzeltmeye çalışmadığı hiçbir yanlış kalmamıştı
ve bunların hepsinin sonunda ellerinde kalan büyük bir yalnızlık olmuştu.
Teraziler demişti.
Sakın bozmayın terazilerin ayarını.
Bir milim kayma olursa ölçünüzde tartınızda, dağların dengesi bozulur.
Ayağınızın altındaki toprak homurdanmaya başlar.
Dengeniz bozulur, terazilerden çok daha fazla.
Ama dinlemediler!
Ayarını bozukları terazilerin kefelerini fırlattılar gerçeğin üstüne!
Sözleriniz demişti.
Sözlerinize yalan katmayın.
Kelimeleriniz kirlenirse toprağınız kurur, attığınız tohumlar taşa döner, yağmur bulutları geçer gider üstünüzden ama bir damla bile düşmez.
Semanız karardığıyla kalır.
Karanlığa gömülürsünüz.
Kelimeleriniz, madenci feneridir, söndürmeyin.
Boğazlarını yırtarak savurdular en kirli kelimelerini güzelliğin üstüne.
Elleriniz demişti.
Ellerinizi uzatmayın sizin olmayan hiçbir şeye.
Alın teri değmemiş bir lokma, ambarlarınızdaki bütün buğdayları çürütür.
Aç gözlünün akıbeti açlıktır.
Dokunmayın, dokunmamanız gerekenlere yoksa çok dokunaklı bir hikayeniz olur da acıyan bulamazsınız kendinize.
Uzattılar ellerini iyiliğin boğazını sıktılar.
Çocuklarınız demişti.
Çocuklarınızı koruyun kendinizden. Kurtarın onları sizin gibi olmaktan.
Gözlerine karanlık, ellerine ateş, dillerine yalan değmesin.
Kırmayın çocukların kalbini, gasp etmeyin hayallerini, öldürmeyin heyecanlarını.
Bir çocuk ağladığında gökyüzünde öfke büyür, yıldırımlar çıkar kınından.
Çocuklar, can simididir geminizin.
Son ihtimalinizi tüketmeyin.
Çocukları ağlattılar.
Adam son kez dönüp baktığı tepeden ayrılırken düşünüyordu geride kalan zamanı.
Gitmek ve kalmak arasında asılı kalmıştı aklı uzun süre.
Artık kaybedeceği son şey de kayıp gitmişti ellerinden, umudu ölmüştü.
Yüzünü çevirdi şehirden ve yürüdü…
Bir limana vardı, bir gemiye bindi.
Uzağa, çok uzağa gitmekten başka bir düşüncesi yoktu.
İçindeki ağır yük dengesini bozdu geminin.
Bir fırtına çıktı, sallandılar.
Gemiden, fırtınalı denize bir kurban vermek istedi mürettebat ve şehrini terk eden adamı seçtiler.
Adam denize düştü, soluğunun solduğu anda bir balinanın karnında buldu kendini.
Bütün ihtimallerin aleyhine olduğu bir karanlıkta kalmıştı.
Bu yaşadıklarının bir anlamı olmalıydı, düşündü. Çok düşündü.
Denizde kaybolup gidecekken, bir balığın karnında seyahat etmesi…
Bu deniz onun şehriydi.
Bu fırtına duyduğu hakaretlerdi.
Bu balığın karnı şehirdeki yalnızlığıydı.
Ve o yalnızlık onu hayatta tutan umuttu.
Belki terk ettiği şehirde de bütün kötü ihtimallerin içinde hala bir ümit vardı, orada kalsa ona rastlayabilirdi.
Düşündü…
İmkânı olsa geri dönerdi şehrine, pişmandı.
Şehrin insanlarına son bir kez daha, çok defa daha anlatırdı anlatması gerekenleri.
Ah bir imkân olsa…
Balık onu götürdü, bir sahile kustu.
Dünyanın en güzel kokusuyla bir ağacın altında dinlendi.
Bir süre beklemeliydi.
Geride bıraktığı şehirde bulutlar kararmıştı.
Ağaçların yaprakları kararmış, akan su kararmış, insanlar korkmaya başlamıştı.
Bir felaketin geldiği aşikardı.
Endişe kaplamıştı bilinci hala açık olan insanları.
Düşündüler…
Bu yaşadıkları, o anlatan adamın dediklerinin aynısıydı.
Toprak, hava, su, ağaçlar, buğdaylar, kuşlar, balıklar tam da o adamın anlattıklarının doğruluğunu teyit ediyordu.
Hep birlikte şehri terk ettiler.
Ellerinde kandillerle, korkudan titreyen sesleriyle şehirlerini terk eden adamı aramaya başladılar.
Dilleri damakları kurudu, su içemediler, kirleten de kendileriydi çünkü.
Yürüdüler, ayakları paramparça oldu, toprak çatlamıştı, kurutan kendileriydi çünkü.
Kavuran güneşin altında gölgesiz kaldılar. Bir ağaç bile bulamadılar, kesen kendileriydi çünkü.
Ve nihayet şehri terk ettiği yere geldiğinde o adam, şehrinin insanlarını onu beklerken buldu.
Pişmanlık doluydu kalpleri.
Erken ayrılan ve geç anlayanlar…
Tek başına ayrıldığı şehre, binlerce insanla birlikte döndü adam.
Şimdi anlama, arınma ve akletme zamanıydı.
Deniz bir şeyler anlatıyordu, ağaçlar konuşuyor, kuşlar dönüp duruyordu üstlerinde.
Hep birlikte yüzlerini hakikatten yana döndüler şehrin insanları,
Kendilerini, şehirlerini ve hikayelerini kurtarmak için seslendiler adama:
“Anlat, dinliyoruz!”